3 Temmuz 2014 Perşembe

Hayy - Hu

Hayy’den gelen Hû’ya gider !.

Farkettim ki; dilimizi isti’mâl etmiyor, istihlâk ediyoruz. Yani, dilimizi kullanmıyor, onu tüketiyor eritip bitiriyoruz. Örneğin; “Haydan gelen huya”  gitmez amma “ Hayy’den gelen Hû’ya gider..”

Hayy’den gelen Hû’ya gider..” deyiminin, emek vermeden, hak etmeden, hatta gayrı meşrû yollarla kazanılan şeylerin fayda sağlamayacağı, kolayca elden çıkarılacağı, bir şekilde hebâ olacağını anlatmak için kullanılması, bu sözün başındaki “Hayy” ile âhirindeki “Hû” dan gafil olunması, bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı bu çağda hala Galat-ı meşhur’da ısrar edilmesi, pek de normal karşılanır bir davranış olmasa gerek..

Meselenin ve dilin erbâbı, tabirin imlâsından hemen fark etmiştir ki “Hayy” ve “Hû” ile kastedilen Allah’tır. Evet, atalarımız bu sözü söylemişlerdir ama “Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz” mânâsıyla, dünyanın fânîliği sadedinde bazan bir teslimiyet ve sabır halini, bazan bir ikazı, bazan da bir dileği ifade için.

Eskiden birisinin vefat haberi alındığında “ İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn ” denirdi. Bu ibâre Bakara Sûresi’nin 156. âyetinin son kısmıdır ve âyetin tamamında meâlen; “(Sabredenlerin) başlarına bir musibet geldiği zaman ‘Biz Allâh’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz’ derler.” buyurulmaktadır . Yani; “Hayy’den gelen Hû’ya gider” sözü, Bakara Sûresi’ndeki âyetin farklı kelimelerle tekrarıdır; evvelemirde sabra ve tevekküle davet ederek teselli maksadıyla söylenebilir.

Bu deyimde Allah’ın esmâ ve sıfatları arasından “ Hayy ” ve “Hû” özellikle seçilmiş, düzen içinde böyle yerleştirilmiştir. “ Hayy ”, Esmâ -i Hüsnâ’dandır. Bazen Allah’ın subûtî sıfatlarından “Hayat” yerine kullanıldığı da olur. “Ezelî ve ebedî diri, başlangıcı ve sonu olmayan hayat sahibi” demektir. Dünyaya gelişimiz “hayat bulmak”la imkân sahasına çıktığı için birçok isim arasından Hayy ismi seçilip “gelmek” fiiline menşe yapılarak özellikle deyimin başına konmuştur. Böylece hem bu dünyadaki canlılığımızın Allah’ın hayat sıfatının bir tecellisi olduğu, hem de yine bu tecellî keyfiyetinden dolayı bizim hayatımız yahut diriliğimizin “ mecazî ” olduğu anlatılmak istenmiştir. Eskiden Karagöz oynatanların gösterilerine “ Hayy Hak!” nidasıyla başlamalarının sebebi de budur. Bu nida, oyunu seyre gelenlere “Gerçek hayat sahibi ancak Hak Teâlâ’dır. Bizim hayatımız Allah’a nispetle bir gölge oyunu hükmündedir; muayyendir. Üstelik canlı olduğumuz zehabını doğuran fiillerin yaratıcısı, insanın kendisi değildir.” fikrini ihsâs eder.

Vâde tamam olunca Allah’a döneceğiz. “ Hayy’den gelen Hû’ya gider” deyiminde gidilecek merci’ herhangi bir isimle değil “ hû ” zamiriyle anılmış. Arapça’da üçüncü tekil şahsı ifade eden “ hû ” zamiri hem Allah’ın zât ismi yerine kullanılarak bir sırriyyeti, hem de bütün ilâhî esmâ, sıfat ve fiilleri meczeden bir vahdeti yansıtır. Nitekim öldükten sonra Cenâb -ı Hakk’ın hangi isim yahut sıfatıyla mukabele göreceğimiz meçhulümüzdür.

Hayy zikriyle kalbini canlandırıp yola koyulan salik, yol boyunca hangi müşkili varsa ona deva olacak esmâ ile seyrini sürdürür. Sonunda “ Hû”ya vâsıl olacaktır. “Hû”, zikrin en faziletlisidir. Zira Allah, bu zikirde herhangi bir şey taleb edilmeden anılmaktadır. Halbuki meselâ Rezzâk ismiyle mâişet, Şâfî ismiyle şifa umulmaktadır. Hû ismiyle hem bütün dünyevî taleplerin aşıldığı hem de yalnız O’nun zâtının istendiği izhar edilmiş olur.


Şimdi, “Hayy’den gelen Hû’ya gider” tabirinin taşıdığı niyet, mânâ yoğunluğu, tanzimindeki dikkat ve incelik ile bizim bu söze yüklediğimiz çirkin mânâ arasındaki korkunç tezadı nasıl izah etmeli? Acaba “Âlim” “Habîr” ve “Müntakîm” olan Allah aslında bugün neye inandığımızı, nasıl yaşadığımızı böylece ( zımnen) ikrâr mı ettiriyor bize?