Hayy’den gelen Hû’ya gider !.
Farkettim ki; dilimizi isti’mâl
etmiyor, istihlâk ediyoruz. Yani, dilimizi kullanmıyor, onu tüketiyor eritip
bitiriyoruz. Örneğin; “Haydan gelen huya”
gitmez amma “ Hayy’den gelen Hû’ya gider..”
“ Hayy’den gelen Hû’ya gider..” deyiminin, emek vermeden, hak
etmeden, hatta gayrı meşrû yollarla kazanılan şeylerin fayda sağlamayacağı,
kolayca elden çıkarılacağı, bir şekilde hebâ olacağını anlatmak için
kullanılması, bu sözün başındaki “Hayy”
ile âhirindeki “Hû” dan gafil olunması,
bilgiye ulaşmanın kolaylaştığı bu çağda hala Galat-ı meşhur’da ısrar edilmesi,
pek de normal karşılanır bir davranış olmasa gerek..
Meselenin ve dilin erbâbı,
tabirin imlâsından hemen fark etmiştir ki “Hayy”
ve “Hû” ile kastedilen Allah’tır.
Evet, atalarımız bu sözü söylemişlerdir ama “Allah’tan geldik, yine O’na döneceğiz” mânâsıyla, dünyanın
fânîliği sadedinde bazan bir teslimiyet ve sabır halini, bazan bir ikazı, bazan
da bir dileği ifade için.
Eskiden birisinin vefat haberi
alındığında “ İnnâ lillâhi ve innâ
ileyhi râci’ûn ” denirdi. Bu ibâre Bakara Sûresi’nin 156. âyetinin son
kısmıdır ve âyetin tamamında meâlen; “(Sabredenlerin) başlarına bir musibet
geldiği zaman ‘Biz Allâh’a aidiz ve sonunda O’na döneceğiz’ derler.”
buyurulmaktadır . Yani; “Hayy’den gelen
Hû’ya gider” sözü, Bakara Sûresi’ndeki âyetin farklı kelimelerle
tekrarıdır; evvelemirde sabra ve tevekküle davet ederek teselli maksadıyla
söylenebilir.
Bu deyimde Allah’ın esmâ ve
sıfatları arasından “ Hayy ” ve “Hû” özellikle seçilmiş, düzen içinde
böyle yerleştirilmiştir. “ Hayy ”,
Esmâ -i Hüsnâ’dandır. Bazen Allah’ın subûtî sıfatlarından “Hayat” yerine
kullanıldığı da olur. “Ezelî ve ebedî diri, başlangıcı ve sonu
olmayan hayat sahibi” demektir. Dünyaya gelişimiz “hayat bulmak”la
imkân sahasına çıktığı için birçok isim arasından Hayy ismi seçilip “gelmek”
fiiline menşe yapılarak özellikle deyimin başına konmuştur. Böylece hem bu
dünyadaki canlılığımızın Allah’ın hayat sıfatının bir tecellisi olduğu, hem de
yine bu tecellî keyfiyetinden dolayı bizim hayatımız yahut diriliğimizin “
mecazî ” olduğu anlatılmak istenmiştir. Eskiden Karagöz oynatanların
gösterilerine “ Hayy Hak!” nidasıyla
başlamalarının sebebi de budur. Bu nida, oyunu seyre gelenlere “Gerçek
hayat sahibi ancak Hak Teâlâ’dır. Bizim hayatımız Allah’a nispetle bir gölge
oyunu hükmündedir; muayyendir. Üstelik canlı olduğumuz zehabını doğuran
fiillerin yaratıcısı, insanın kendisi değildir.” fikrini ihsâs eder.
Vâde tamam olunca Allah’a
döneceğiz. “ Hayy’den gelen Hû’ya gider”
deyiminde gidilecek merci’ herhangi bir isimle değil “ hû ” zamiriyle anılmış.
Arapça’da üçüncü tekil şahsı ifade eden “ hû ” zamiri hem Allah’ın zât ismi yerine
kullanılarak bir sırriyyeti, hem de bütün ilâhî esmâ, sıfat ve fiilleri
meczeden bir vahdeti yansıtır. Nitekim öldükten sonra Cenâb -ı Hakk’ın hangi
isim yahut sıfatıyla mukabele göreceğimiz meçhulümüzdür.
Hayy zikriyle kalbini canlandırıp
yola koyulan salik, yol boyunca hangi müşkili varsa ona deva olacak esmâ ile
seyrini sürdürür. Sonunda “ Hû”ya vâsıl olacaktır. “Hû”, zikrin en
faziletlisidir. Zira Allah, bu zikirde herhangi bir şey taleb edilmeden anılmaktadır.
Halbuki meselâ Rezzâk ismiyle mâişet, Şâfî ismiyle şifa umulmaktadır. Hû
ismiyle hem bütün dünyevî taleplerin aşıldığı hem de yalnız O’nun zâtının
istendiği izhar edilmiş olur.
Şimdi, “Hayy’den gelen Hû’ya
gider” tabirinin taşıdığı niyet, mânâ yoğunluğu, tanzimindeki dikkat ve incelik
ile bizim bu söze yüklediğimiz çirkin mânâ arasındaki korkunç tezadı nasıl izah
etmeli? Acaba “Âlim” “Habîr” ve “Müntakîm” olan Allah aslında bugün neye
inandığımızı, nasıl yaşadığımızı böylece ( zımnen) ikrâr mı ettiriyor bize?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder