6 Nisan 2014 Pazar

Babil Kulesi

Hz. Nuh' un "Tufan Hikayesi" ni bilirsiniz.. Şimdilerde sinema filmi olarak da beyaz perde de.. Anlatıya göre; tüm dünya sular altında kaldı ve sadece Hz. Nuh tarafından inşa edilen gemide bulunanlar kurtuldu.. Kurtulanlardan üçü Hz. Nuh' un oğulları Ham, Sam ve Yafes idi. Hanımı ile Yam isimli oğlu iman etmeyenlerden oldukları için gemiye binmeyerek boğuldular. Hatta; tüm insanlık da daha sonra bu gemide kurtulanlardan meydana geldiği için Hz. Nuh' a, İkinci Adem de denilir..

Ancak; konumuz Hz. Nuh ve Tufan değil.. Küçükken dillere merak sardığımda, insanların Hz. Adem ile Havva' dan ve Tufan sonrasında da yine sadece Hz. Nuh' un gemisinde bulunanlardan türemelerine rağmen neden bu kadar farklı diller konuştuklarını düşünürdüm.. Madem ki; kurtulanlar Hz. Nuh' un gemisindekilerle sınırlı idi, aynı yerde yaşayan, aynı aileden gelen ve kardeş olan bu insanların aynı dili konuşmasından daha doğal bir şey olamazdı. Peki o halde bu kadar farklı dil nereden çıkmıştı ?

Yıllar sonra bunun Babil Kulesi anlatısına dayandırıldığını anladım.. Dini bir bakış açısıyla bu öykü sıklıkla insanın kusurluluğunu, tanrının kusursuzluğu ile kıyaslamak ve dünyadaki yüzlerce dilin kökenini açıklamak amacıyla kullanılır.

Dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve Babil' in Asma Bahçeleri içinde bulunan Babil Kulesi, Tanrı Marduk adına yapılmıştır. Sümerliler, yükseklere taparlar ve yer ile göğü bağlayan kutsal bir ağacın varlığına da inanırlardı. Sümerliler yeri göğe bağlayan bu ağacı temsil eden ve Tanrıdağı dedikleri kuleyi zamanımızdan 5.000 yıl kadar önce yapmışlardır.

Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında, Tanah ve Eski Ahit hemen hemen aynı olduğu için her iki dinde Babil bahsi aynıdır. Babil kulesinden Tevrat’ın Yaratılış (Tekvin) kısmında bahsedilir ve " bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında bir ova buldular, orada oturdular. birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları iyice pişirelim. onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı. yeryüzünde dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule yapalım’ dediler. ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var, gelin inelim birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım. Rab onları oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil (Bab-el / Bab-il) dendi" (Tevrat, Yaratılış(Tekvin); 11:1-9)

Bab -el ya da Bab- il kelimesi, Akad dilindeki "bāb-ilû" kelimesinden teşekkül etmiştir ve 'Tanrının kapısı' anlamına gelmektedir; zira Akad diliyle benzerlikler gösteren Arapça' da da "bâb" kelimesi 'kapı' anlamındadır. Eski Ahit'te Babil sözcüğü Babel şeklindedir. Bu kelime İbranice Bavel kelimesinden gelir ve Eski Ahit'te "kargaşa, karışıklık" şeklinde açıklanır. Kuran-ı Kerim'de şehrin ismi Babil olarak geçer. Türkçe'deki ismi Arapça'dan gelmektedir.

Tarihte kaydı geçmemekle birlikte ancak halk efsanelerinde nesilden nesle aktarılana göre Babil Şehri meşhur avcı Nimrot'un "Nemrut" Krallığını kurmuş olduğu bir yerdir. Müslüman geleneklerine göre Peygamber İbrahim ile uğraşan ve onu ateşe fırlatıp öldürmek isteyen hain ve müstebit kral budur. Kutsal Kitabın 11inci ve sonraki fasıllarında anlatılmış olduğu üzere Babil adı "dillerdeki karışıklığın" simgesidir. Kutsal Kitaba göre Kule tuğla ve katran (Bitüm) dan yapıldı. Anlatıldığına göre bu Kule eski Şhinar (Sümer) diyarında kavimlerin bir araya gelerek inşa ettikleri ve insanoğlunun tanrıları bulmak için gök yüzüne çıkmak iddiası içinde bir nevi merdiven, sütun inşası amacını taşır. Kutsal metinlere göre Tanrı, kendisine ulaşmaya çalışan insanların bu küstahlığına ve kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı dili konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını engellemiş, aralarına nifak ve bölücülüğü sokmuştur. Yukarıdakiler ile aşağıdakiler birbirinin dillerini anlamadıkları için yukarıya yapım için gerekli olan malzeme gönderilemez ve kulenin inşası yarım kalır.. Kulenin yıkılışı Tevrat’ta anlatılmaz ancak Jubilees veya Leptogenesis olarak bilinen Yahudi belgelerinde anlatılır.

İslami kaynaklarda ismi verilmemekle beraber Kur’an’da Babil Kulesi’ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikaye Tevrat’taki ile benzer olmasına rağmen Babil’de değil, Musa’nın yaşadığı dönemde Mısır’da geçer. Firavun Haman’a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa’nın tanrısına bakacağını söyler. Kur’an’da Babil şehrinden Bakara Suresi, 102. ayette bahsedilir. Harut ve Marut isimli iki melek, insanları imtihan etmek için Allah tarafından Babil’ e gönderilirler. Burada insanlara sihir öğretirler. Melekler sihrin küfür olduğunu söyledikleri halde insanlar sihir öğrenmekte ısrar ederler ve karı-kocayı ayırmaya yarayan sihirler öğrenirler.
9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari’nin “Peygamberler ve Krallar Tarihi” adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir. Öyküye göre Nimrod Babil’de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72′ye ayırır. 13. yy. İslam tarihçilerinden Ebu el-Fida da aynı öyküden bahseder ve İbrahim’in atası Hud’ un kendi dilini (Aramice) muhafaza etmesine izin verildiğini ekler. Zira Hud kulenin inşasına katılmamıştır.

Aslında yedi katlı bir Ziggurat (Mezopotamya'da tapınaklara verilen isim) olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir aşamayı simgeler:

1. katı taşı,
2. katı ateşi,
3. katı bitkiyi,
4. katı hayvanı,
5. katı insanoğlunu,
6. katı güneşi ve gökyüzünü,
7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.

Babil Kulesi’nin temelleri 90 metre genişlikteydi. Kule, 90 metre yüksekliğinde ve 7 katlı idi. Birinci katı 33, ikinci katı 18, üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı katları 6, en üst katı ise 15 metre yüksekliğindeydi. Bazı kaynaklarda ise kulenin yüksekliği 2.500 m. olarak gösterilmiştir. 85 milyon tuğladan ve pişmiş tuğla harcından yapılan kulenin çevresinde rahip sarayları, ambarlar, konuk odaları, Tanrı Marduk adına yapılmış bir diğer tapınak olan Esagila’ya giden aslanlı geçit ve dini tören yolu vardı. Esagila 20 metre yüksekliğinde, 450 metre eninde ve 550 metre boyundaydı. Bugün, Tevrat ve İncil’de de bahsedilen Babil Kulesi’nden geriye hiçbir şey kalmamıştır.

Gerçeğe dönülürse, kutsal metinlere göre Tanrı’ya erişmek için yapılmış olan Babil kulesi aslında muhtemelen bir rasathaneydi. Güneş' i ve diğer gök cisimlerini gözlemlemek amacıyla ve Güneş Kültü' nün (Tapınımı' nın) bir ürünü olarak inşa edilmişti. Bu manada hem rasathane hem de Ziggurat olarak kullanılma ihtimali oldukça yüksek.. Efsanelerde abartıldığı kadar yüksek olmadığı da bugün biliniyor.. Dillerin doğuşunun sebebi olarak görülmesi de efsaneden ibaret olsa da öykünün bu yönü benim çok hoşuma gider..


Mecazi anlamda ise; bir hayalden ötesidir Babil Kulesi.. Yasak şeyleri gerçekleştirmenin, yasak çiçeğe dokunmanın umududur... Ancak fazla ileri gitmiştir insanoğlu; her zamanki yaptığı şeyi yapmış ve "gücünün yettiğine değil daha fazlasına talip olmuştur !" İnsanın başına gelen "Bela" lar da aslında hep bu yüzdendir...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder