Hz. Nuh' un "Tufan
Hikayesi" ni bilirsiniz.. Şimdilerde sinema filmi olarak da beyaz
perde de.. Anlatıya göre; tüm dünya sular altında kaldı ve sadece Hz. Nuh
tarafından inşa edilen gemide bulunanlar kurtuldu.. Kurtulanlardan üçü Hz. Nuh'
un oğulları Ham, Sam ve Yafes idi. Hanımı
ile Yam isimli oğlu iman etmeyenlerden oldukları için gemiye binmeyerek
boğuldular. Hatta; tüm
insanlık da daha sonra bu gemide kurtulanlardan meydana geldiği için Hz. Nuh'
a, İkinci Adem de denilir..
Ancak; konumuz Hz. Nuh ve Tufan değil.. Küçükken dillere
merak sardığımda, insanların Hz. Adem ile Havva' dan ve Tufan sonrasında da
yine sadece Hz. Nuh' un gemisinde bulunanlardan türemelerine rağmen neden bu
kadar farklı diller konuştuklarını düşünürdüm.. Madem ki; kurtulanlar Hz. Nuh'
un gemisindekilerle sınırlı idi, aynı yerde yaşayan, aynı aileden gelen ve
kardeş olan bu insanların aynı dili konuşmasından daha doğal bir şey olamazdı.
Peki o halde bu kadar farklı dil nereden çıkmıştı ?
Yıllar sonra bunun Babil Kulesi anlatısına
dayandırıldığını anladım.. Dini bir bakış açısıyla bu öykü sıklıkla insanın
kusurluluğunu, tanrının kusursuzluğu ile kıyaslamak ve dünyadaki yüzlerce dilin
kökenini açıklamak amacıyla kullanılır.
Dünyanın yedi harikasından biri sayılan ve Babil' in
Asma Bahçeleri içinde bulunan Babil Kulesi, Tanrı Marduk adına yapılmıştır.
Sümerliler, yükseklere taparlar ve yer ile göğü bağlayan kutsal bir ağacın
varlığına da inanırlardı. Sümerliler yeri göğe bağlayan bu ağacı temsil eden ve
Tanrıdağı dedikleri kuleyi zamanımızdan 5.000 yıl kadar önce yapmışlardır.
Yahudi ve Hıristiyan kaynaklarında, Tanah ve
Eski Ahit hemen hemen aynı olduğu için her iki dinde Babil bahsi aynıdır. Babil
kulesinden Tevrat’ın Yaratılış (Tekvin) kısmında bahsedilir ve "
bütün dünyanın sözü bir, dili birdi. Şarktan göçtükleri zaman Sinear diyarında
bir ova buldular, orada oturdular. birbirlerine ‘gelin kerpiç yapalım, onları
iyice pişirelim. onların taş yerine kerpiçleri, harç yerine ziftleri vardı.
yeryüzünde dağılmayalım diye kendimize bir şehir, başı göğe erişecek bir kule
yapalım’ dediler. ve ademoğullarının yapmakta olduğu şehri ve kuleyi görmek
için Rab indi. Onlar bir kavm, hepsinin tek dili var, gelin inelim
birbirlerinin dilini anlamasınlar diye onların dilini karıştıralım. Rab onları
oradan dağıttı ve şehri bina etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı onun adına Babil (Bab-el
/ Bab-il) dendi" (Tevrat, Yaratılış(Tekvin); 11:1-9)
Bab -el ya da Bab- il kelimesi, Akad dilindeki "bāb-ilû"
kelimesinden teşekkül etmiştir ve 'Tanrının kapısı' anlamına
gelmektedir; zira Akad diliyle benzerlikler gösteren Arapça' da da "bâb" kelimesi
'kapı' anlamındadır. Eski Ahit'te Babil sözcüğü Babel şeklindedir. Bu kelime
İbranice Bavel kelimesinden gelir ve Eski Ahit'te "kargaşa, karışıklık" şeklinde
açıklanır. Kuran-ı Kerim'de şehrin ismi Babil olarak geçer. Türkçe'deki ismi
Arapça'dan gelmektedir.
Tarihte kaydı geçmemekle birlikte ancak halk
efsanelerinde nesilden nesle aktarılana göre Babil Şehri meşhur avcı Nimrot'un "Nemrut" Krallığını
kurmuş olduğu bir yerdir. Müslüman geleneklerine göre Peygamber İbrahim ile
uğraşan ve onu ateşe fırlatıp öldürmek isteyen hain ve müstebit kral budur.
Kutsal Kitabın 11inci ve sonraki fasıllarında anlatılmış olduğu üzere Babil adı
"dillerdeki
karışıklığın" simgesidir. Kutsal Kitaba göre Kule tuğla ve katran
(Bitüm) dan yapıldı. Anlatıldığına göre bu Kule eski Şhinar (Sümer) diyarında
kavimlerin bir araya gelerek inşa ettikleri ve insanoğlunun tanrıları bulmak
için gök yüzüne çıkmak iddiası içinde bir nevi merdiven, sütun inşası amacını
taşır. Kutsal metinlere göre Tanrı, kendisine ulaşmaya çalışan insanların bu
küstahlığına ve kendini beğenmişliğine kızar ve o zamana kadar aynı dili
konuşmakta olan insanların dillerini karıştırarak birbirlerini anlamalarını
engellemiş, aralarına nifak ve bölücülüğü sokmuştur. Yukarıdakiler ile
aşağıdakiler birbirinin dillerini anlamadıkları için yukarıya yapım için gerekli
olan malzeme gönderilemez ve kulenin inşası yarım kalır.. Kulenin yıkılışı
Tevrat’ta anlatılmaz ancak Jubilees veya Leptogenesis olarak bilinen Yahudi
belgelerinde anlatılır.
İslami kaynaklarda ismi verilmemekle beraber
Kur’an’da Babil Kulesi’ne benzer bir kuleden bahsedilir. Hikaye Tevrat’taki ile
benzer olmasına rağmen Babil’de değil, Musa’nın yaşadığı dönemde Mısır’da
geçer. Firavun Haman’a, kendisine kilden bir kule inşa etmesini, çıkıp Musa’nın
tanrısına bakacağını söyler. Kur’an’da Babil şehrinden Bakara Suresi, 102. ayette
bahsedilir. Harut ve Marut isimli iki melek, insanları imtihan etmek için Allah
tarafından Babil’ e gönderilirler. Burada insanlara sihir öğretirler. Melekler
sihrin küfür olduğunu söyledikleri halde insanlar sihir öğrenmekte ısrar
ederler ve karı-kocayı ayırmaya yarayan sihirler öğrenirler.
9. yy İslam tarihçilerinden el-Tabari’nin
“Peygamberler ve Krallar Tarihi” adlı eserinde daha detaylı bilgi verilir.
Öyküye göre Nimrod Babil’de bir kule inşa ettirir. Allah bu kuleyi yıkar ve o
zamana kadar aynı dili konuşan insanların dilini 72′ye ayırır. 13. yy. İslam
tarihçilerinden Ebu el-Fida da aynı öyküden bahseder ve İbrahim’in atası Hud’ un
kendi dilini (Aramice) muhafaza etmesine izin verildiğini ekler. Zira Hud kulenin
inşasına katılmamıştır.
Aslında yedi katlı bir Ziggurat
(Mezopotamya'da tapınaklara
verilen isim) olan Babil Kulesi'nin her katı, Tanrıya ulaşılan yolda bir
aşamayı simgeler:
1. katı taşı,
2. katı ateşi,
3. katı bitkiyi,
4. katı hayvanı,
5. katı insanoğlunu,
6. katı güneşi ve gökyüzünü,
7. katı ise melekleri sembolize etmektedir.
Babil Kulesi’nin temelleri 90 metre genişlikteydi.
Kule, 90 metre yüksekliğinde ve 7 katlı idi. Birinci katı 33, ikinci katı 18,
üçüncü, dördüncü, beşinci ve altıncı katları 6, en üst katı ise 15 metre
yüksekliğindeydi. Bazı kaynaklarda ise kulenin yüksekliği 2.500 m. olarak
gösterilmiştir. 85 milyon tuğladan ve pişmiş tuğla harcından yapılan kulenin
çevresinde rahip sarayları, ambarlar, konuk odaları, Tanrı Marduk adına
yapılmış bir diğer tapınak olan Esagila’ya giden aslanlı geçit ve dini tören
yolu vardı. Esagila 20 metre yüksekliğinde, 450 metre eninde ve 550 metre
boyundaydı. Bugün, Tevrat ve İncil’de de bahsedilen Babil Kulesi’nden geriye
hiçbir şey kalmamıştır.
Gerçeğe dönülürse, kutsal metinlere göre Tanrı’ya
erişmek için yapılmış olan Babil kulesi aslında muhtemelen bir rasathaneydi.
Güneş' i ve diğer gök cisimlerini gözlemlemek amacıyla ve Güneş Kültü' nün
(Tapınımı' nın) bir ürünü olarak inşa edilmişti. Bu manada hem rasathane hem de
Ziggurat olarak kullanılma ihtimali oldukça yüksek.. Efsanelerde abartıldığı
kadar yüksek olmadığı da bugün biliniyor.. Dillerin doğuşunun sebebi olarak
görülmesi de efsaneden ibaret olsa da öykünün bu yönü benim çok hoşuma gider..
Mecazi anlamda ise; bir hayalden ötesidir Babil
Kulesi.. Yasak şeyleri gerçekleştirmenin, yasak çiçeğe dokunmanın umududur...
Ancak fazla ileri gitmiştir insanoğlu; her zamanki yaptığı şeyi yapmış ve "gücünün
yettiğine değil daha fazlasına talip olmuştur !" İnsanın
başına gelen "Bela" lar da aslında hep bu yüzdendir...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder