Alman
yazar Erich Maria Remarque' ın, savaşın korkunçluğunu ve anlamsızlığını ele
alan "Batı Cephesinde Yeni Bir Şey
Yok" (Orijinal adı: Im Westen nichts Neues) isimli romanını
duymuşsunuzdur.. 1930 yılında Lewis Milestone ' ın yönettiği aynı
isimli bir sinema filmi de yapılmıştı.. Almanya' nın Nazi döneminde 1933 yılında
gerçekleşen "Kitap yakılması" eylemlerinde
bu roman da kurban düşmüştür.
Roman, I.
Dünya Savaşı'na, bağnaz öğretmenlerinin kışkırttığı vatanseverlik duygularıyla
gönüllü olarak katılan Alman gençlerinin, savaşın gerçekliği altında nasıl
ezildiklerini son derece çarpıcı bir biçimde okuyucuya sunmaktadır. Remarque'ın
bu romanın kahramanı, yaşama bağlılığını, yaşama sevincini öylesine yitirmiştir
ki, bu yaşam dolu genç adam, önünde uzanan upuzun bir yaşama bakıp, "Varsın
aylar, yıllar geçsin. Nasılsa bana getirecekleri bir şeyleri kalmadı" diyebilmektedir
sonunda.
Kitap
o derece meşhur olmuştur ki; kitabın adı daha sonra birçok dilde deyimleşmiş ve
"zaman geçse de bazı şeylerin hiç değişmediğini" vurgulamak
için kullanılmaya başlanmıştır.
Ancak;
ben bugün size kitaptan veya filmden bahsedecek değilim.. Kitabı okudum, filmi
de izledim; her ikisini de tavsiye ederim. Benim bahsetmek istediğim şey, 28
Şubat' ın üzerinden bunca olay geçmesine, bir sürü yasal düzenleme getirilmesine
ve demokratikleşme adına yapılan tüm girişimlere rağmen Orduevleri' nin sakallı
insanlara bakışında ve her sakallıyı ............ olarak gören anlayışında hiçbir değişiklik
olmaması...
Her
sakallıdan sonrasını bilerek (............) bıraktım ki; siz orayı dilediğiniz
biçimde doldurun...
Değişiklik
olmadığını nereden mi biliyorum ? Bugün bizzat yaşadım da oradan biliyorum.. Efendim
resimde gördüğünüz sakallarımla, Türkiye' de ve Avrupa' da dilediğim her yere girebildiğim
halde; üstelik şu anda daha da kısa olan sakallarım yüzünden bugün misafir
olarak davet edildiğim bir orduevine giremedim.. Orduevlerine girişte sakalın, başörtüsünün yasak olduğunu
duymuştum ama dediğim gibi değişen koşullar ve Yönetmelik gereği bu yasağı
çoktan geride bıraktığımızı düşünüyordum. Sakallı halimi de o kadar benimsemiş
olacağım ki; kapıdaki asker söyleyene kadar aklıma böyle bir ihtimal gelmediği
gibi; sakallarımın bile farkında değildim..
Görevli askerler, bana, içeride berber olduğunu
dilersem tıraş olabileceğimi söylediler.. Sakallı olarak içeriye giremediğime
göre içerideki berbere nasıl tıraş olabileceğimi sorarak meseleyi daha da
karmaşık hale getirmemek adına bu soruyu içimde tuttum.. Herhalde yanıma bir
muhafız verecekler ve berber dışında başka bir yere girmeme de müsaade
etmeyeceklerdi. Ancak; beni tanımadıkları için şahsıma karşı herhangi bir
tavırları olamayacağına göre doğrudan sakallarıma yapılan bu onur kırıcı hareketi
de hazmedemediğim için " Ne sakallarımı keserim, ne de bu
orduevine girerim" diyerek radikal tavrımı gösterdim.. Sakallarım
bugüne kadar beni gittiğim her yerde takip etmiş, hiç yalnız bırakmamıştı..
Bugün de ben onları terk etmeyecektim !..
Daha
önce başkalarının yaşadığı olaylardan haberdar olmam, mesleğim, kişiliğim,
yaşım ne olursa olsun inisiyatif kullanamayacaklarını, bu yasağın muhatabının kendileri olmadığı anlamına gelen 'biz
emirleri uyguluyoruz' dan başka bir tepki alamayacağımı bilmem -
ki bende askerliğimi yaptığım için biliyorum - sebebiyle kapıdaki askerlere 'Hangi devirde yaşıyoruz, sakal yasağı mı
kaldı, ne zaman değişeceksiniz?' gibi anlamsız sorular da sormayı gereksiz buldum..
Üzüldüğüm nokta beni davet eden dostlarımın benden
daha fazla üzülmüş olması ve soruna (!) bir çözüm bulmaya çalışmalarıydı.
Kendilerini teselli edip başka bir yere yönlendirinceye kadar fark ettim ki;
sakallarım biraz daha uzadı ve artık geri dönülmez noktadaydık.. Bu nedenle
sakallarım ve ben orduevini terk ettik.
Biz
bu yasağın değiştiğini biliyorduk meğer doğru ama eksik biliyormuşuz.. Sonradan
konuyu araştırdığımda öğrendim ki; bu yasak sadece düğünler için kaldırılmış.. Orduevlerine
Giriş Sırasındaki Kılık Ve Kıyafetleri Düzenleyen Yönetmelik, 17 Mayıs 2012 tarihinde
değiştirilmiş ve Resmi Gazete' de yayımlanmıştı. Yönetmelikte yer alan ve düğün
yapacakların riayet edeceği hususların belirlendiği özel anlaşma şartlarına
ilişkin, ''Yaşının ilerlemesi nedeniyle dini inançlarına uygun olarak sade bir
şekilde sakal bırakmış kişiler ile yaşlı annelerden yüzü açık olacak şekilde
eşarplı olanların dışında; sakallı, cüppeli, sarıklı, takkeli, türbanlı vb.
çağdaş olmayan kıyafetlerle gelenler, günlük sakal tıraşı olmamış ütüsüz ve
kirli elbiselerle gelenler, yabancı uyruklu kişiler ordu evine giremezler.''
ibaresi kaldırılmış.. Yani düğünlerde sakal, türban, çarşaf, sarık, cüppe
serbest; düğün dışında ise benim sakalımla bile girmek yasak !..
Kabul
ediyorum, evet, kurumsal olarak bir kimliğiniz olabilir. Mesleğiniz içerisinde
belli bir kılık - kıyafet, saç - sakal tıraşı, makyaj vs düzenlemesi yapar ve kurum
personelinizin bu kurallara uymasını bekleyebilirsiniz.. Ama belki de hayatında
bir defa orduevine girecek birisinden üstelik de tipinden ne olduğu anlaşıldığı
halde aynı standartlara tabi olmasını istemenin antidemokratik bir hareket
olduğunu söylemek malumun ilamı olmaktan öteye gitmese gerek. Ama görülüyor ki;
bu konuda TSK ya laf anlatmak, bana sakal kestirmekten daha zor.. Anayasa' nın
eşitlik ilkesine aykırılık, kişisel hak ve özgürlüklere saygı, ötekileştirme yasağına
uymama vs vs konularına ise hiç girmiyorum..
Görünen o ki; mevzuubahis sakal olunca
" Batı Cephesinde Değişen Bir Şey
Yok " !..
Sırf merakımdan
soruyorum, düğün dışında Süleyman gelse o da mı Orduevi' ne giremeyecekti !..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder