Son birkaç yıldır yurtdışına gidiş gelişlerimde Avrupa’ da yaşayan
yurttaşlarımızın Türkiye’ ye imrenerek baktıklarını, hatta bir kısmının ülkeye
kesin dönüş yapmayı düşündüğünü gözlemlemiştim. Hatta ister inanın, ister
inanmayın bir kısım yabancı dostlarım bile, Türk ekonomisindeki iyi durum ve nispeten
krizden etkilenmeyen görüntüsü yüzünden Türkiye’ ye yerleşmeyi düşünmeye
başlamıştı.
Bu insanların hepsinin kafasındaki ortak soru işareti, ekonomik krizin,
işsizliğin, enflasyonun, bütçe açıklarının Avrupa’ nın sosyal devlerinden olan
Hollanda, Almanya ve Avusturya’ yı bile vurduğu bir ortamda, Türkiye nasıl
oluyor da bu krizin dışında kalıyor, daha az etkileniyordu?
En basit örnekle, eskiler bilirler, 1980 yılından öncesinde,
yurtdışından izinli gelenlerin araçları bizim ülkedeki araçlara göre uzay
çağının araçları gibiydi. Lüks, hızlı, sağlam, konforlu vs halk tabiriyle
fiyakalı araçlardı.. Ancak son yıllarda yurtdışına gidiş gelişlerimde gördüm
ki; çark tersine dönmüş, bizim ülkemizdeki araçların çoğu yurtdışında olmadığı
gibi; insanlar genelde eski ve düşük sınıftaki araçları kullanıyorlar. İnsanlar
harcamalarını kısmaya başlamışlar, şakaya vurursak yurtdışında yaşayanların
getirdikleri hediyelerden de bu durum anlaşılıyor aslında..
Sayın Başbakanın o günlerde söylediği bir söz vardı: “ İnşaallah
kriz bizi teğet geçecek !” Meğer bir bildiği varmış.. Başbakanın
bildiğini ve krizin neden bizi teğet geçtiğini de biz birkaç yıl sonra başka
bir olay vesilesiyle öğreniyoruz. TBMM ne gönderilen ve dört eski bakan
hakkında düzenlenen fezlekelerden..
Meğer biz şehir efsanelerine inanıp, Arap dostlarımızın bavullar dolusu
dolar gönderdiği, bu nedenle Türkiye’ nin krizden fazla etkilenmediğini
düşünürken, meselenin çok daha vahim olduğu ve koskoca bir ülkenin bir karapara
aklama makinesine dönüştürüldüğü anlaşılıyor.
Fezleke’de dönen olayın iç yüzü aslında
görünenden daha korkunç. Burada ki amaç Türkiye’nin ihracat rakamlarını yüksek
göstermek. Bu sebeple bir takım kirli
paralar bir döngü içine sokuluyor. Sahte evrakla ve hayali ticaretler ile bir
takım paralar ülkeye İhracat Rakamı olarak geri dönüyor. Burada
gerçekleştirilen işlemlerin uluslararası boyutu Interpol kapsamında. Yani Reza
Zarrap ve Happani Interpol kapsamında suç işlemişler. Yaptıkları sahte
işlemlerin boyutu korkunç. Bu işlemler Zafer Çağlayan, Mehmet Şimşek ve Ali Babacan
gibi ekonomiden sorumlu isimlere ulaşıyor; onlar kontrol ediyorlar ve “ihracat
açığımız var, devam” diyorlar.
Burada işlenen bir diğer suç da İran’
a uygulanan ambargonun ihlal edilmesi. Bu sahte ihracat artırımı ve Ambargo
ihlali uluslararası suçları kapsar ve mutlaka yaptırımı olur. Yani bu fezleke
Türkiye Cumhuriyeti devletinin işlediği korkunç suçları içeriyor. Bunun ülkeye
yaptırımları da aynı ölçüde korkunç boyutlarda olabilir, hatta İran örneğinde
olduğu gibi ambargoya kadar gitme ihtimali bile var. Çünkü hayali ticaretlerle faiz
oranları belirlenmiş, uluslararası bir dolandırıcılık yapılmış. İşin bir diğer
boyutu ise ortada dönen çok büyük rakamlar var ancak bu rakamların kaynağı yok.
Bu kirli paraların üçü herhangi bir şekilde ucundan bile bir terör örgütüne
fayda sağlamış ise Türkiye Teröre Yardım Eden Ülkeler listesine dahi girer.
Fezlekede İran’a yönelik
ambargoyu delmek için kurgulanan sistem şöyle anlatılıyor:
·
Önce bir İran bankasından nakit tümen alımı
karşılığında İran Merkez Bankası’nın Halkbank’ta bulunan hesabındaki TL/Avro
cinsindeki para, İran bankasının yine HalkBank’taki hesabına aktarılır.
·
Daha sonra, para bu hesaptan SARRAF’a ait
firmaların yine Halkbank’taki hesabına, İran’daki bir firma veya bankanın yan
kuruluşu olan döviz işletmecilerinin İran bankasına nakit tümen yatırıp
imtiyazlı kurdan Avro/TL alması (hesaba alması) karşılığında aktarılır.
·
Bu durumda İran’ın Türkiye’deki parası,
SARRAF’ın, Halkbank hesabına gelmiş, İran’daki firmanın da ilgili İran
bankasında Avro/ TL’si bulunmaktadır. Bunun karşılığında da Türkiye’den altın
satın alınarak İran’a/Dubai’ye ilgili firmaya gönderilir. Böylece, İran iç
piyasasında tümenini dolaştırarak Halkbank’taki parasını altın olarak ülkesine
getirmiş almış olur.
Fezlekede ayrıntılarıyla verilen takiplerde, Sarraf’ın eski Genel Müdür Süleyman Aslan ve eski Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan aracılığıyla, kamu bankası Halkbank’ı, hayali ihracat işlemlerinde kullandığı görülüyor. Bu amaçla akreditif açılırken kapasitesi 5 bin ton olan yük gemileriyle Dubai menşeli 150 bin ton buğday ticareti yapılmış gibi gösterildiği telefon kayıtlarına yansıyor.
HalkBank’ın bir yöneticisi bankaya bildirilen belgelerdeki incelemesinden sonra, Dubai’de buğday üretilmediği uyarısında bulunuyor. Bunun üzerine hazırlanan sahte evraklar değiştiriliyor. Hayali ihracat işlemleri sırasında, ilaç ve gıda gibi KDV’si düşük ürünlerin de seçildiği dikkat çekiyor.
İşler kötüye gidince yöntem değişiyor. Sarraf’ın İran parasını altın ihracatıyla döndürürken HalkBank’ın kullanılması nedeniyle Süleyman Aslan’ın uluslararası finans topluluklarından baskı gördüğünü belirttiği ve bu nedenle formül arayışına gidildiği de fezlekede yer alıyor. Sarraf, aynı işlemleri sahte evraklarla transit gıda ticareti şeklinde yapması için ikna ediliyor. Bu süreçte, altın alımında yaptığı binde 2-3’lük kaybı da yaşamayacağı da söyleniyor.
Sarraf’ın, bankacılık işlemlerindeki kara para ve swift sorgulamalarını delmek amacıyla Çin’de kurduğu paravan firmalar adına hesap açtığı da fezlekede yer aldı. Çin’deki hesaplara İran’daki bankalardan ihracat ödemesiymiş gibi havale yapıldığı, sahte evrak düzenlendiği Çin’e gelen paraları bekletmeden Türkiye’de kurdukları paravan veya gerçek firmaların hesabına ihracat ödemesi olarak gönderdikleri, son aşamada da paranın döviz veya altın olarak (zaman zaman da Dubai üzerinden) İran’a gönderildiği aktarılıyor.
Bu arada bu hükümet döneminde
neden iki kez yurtdışından kaynağı belirtilmeksizin para getirilmesine imkan
tanıyan ( Karaparanın Aklanmasına Dair) yasa çıkarıldığı da bu fezlekeler
sayesinde anlaşılmış oluyor.
Yani fezlekelerden anlaşıldığı
kadarıyla görünen o ki; bizi teğet geçtiği söylenen kriz aslında tam onikiden
vuracak!
Bu arada, konuyla doğrudan bir
ilgisi yok ama teğet demişken aklıma başka bir geometri kuralı geldi.. Bir defa
olsun kesişen çizgiler bir daha asla PARALEL olmazlar…
Sağlıcakla kalın ve hayatın tüm olumsuzlukları hepinizi teğet geçsin!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder