19 Mart 2014 Çarşamba

Çanakkale Zaferi ( ! ) veya “ Hey Onbeşli, Onbeşli !..”

Gerek mesleki seyahatlerim ve gerekse gezmek maksadıyla Türkiye’ nin iki tane ili hariç tamamını görme fırsatım oldu.. Hatta bazı illerimizin tüm ilçelerini dolaştım.. Ama bugüne kadar iki tane ilimize gitmedim, gidemedim. Bunlardan birisi Erzurum, diğeri ise Çanakkale…

Bugüne kadar birçok kişiden de “Erzurum hadi neyse ama Çanakkale’ ye nasıl gitmezsin, mutlaka görmen lazım, Şehitlikleri, doğasını vs gezmen lazım !” türünden pek çok nasihat/tavsiye dinledim.. Ama Çanakkale’ nin neredeyse etrafından dolaştığım halde, içine bir türlü giremedim.   

Yıllar sonra anladım ki; aslında Çanakkale bende bir travmadır.. Çanakkale’ nin kendisi değil ama isminin karıştığı savaş, çocukluk anılarımda önemli bir yer kaplıyor.. Bugün bile unutamadığım hatıralarımın arasında görmediğim, yaşamadığım halde, Çanakkale Savaşı var..

Efendim, bu anılar öncelikle “ ismimin nereden geldiğiyle” başladı.. Malumunuz ismim Ali.. Yani dedemin Çanakkale’ de şehit düşen babasının adı!.. Dedemin babası (Büyükdede deniliyor sanırım) Karaman’ ın, Dağ Durayda (şimdiki adıyla Ağaçoba) Köyü’ nden Ali ( ki babasının adını hala bilmem), rahmetli dedem henüz 2 – 3 yaşlarında iken kalkmış seferberlik ilan edilince Çanakkale’ ye gitmiş. Gidiş, o gidiş, bir daha da dönememiş.. Yeri bilinmez, mezarı bilinmez, Çanakkale’ nin bir yerinde, diğer vatan evlatları ile birlikte koyun koyuna yatar!..

Rahmetli dedemin hatırlamasına imkan yoktur belki (kendisi 97 yaşında falan vefat etmişti) ama bana anlattığı çocukluk hatıraları arasında hep babasının gidişini anlatır ve “ Beni Kabaağac’ a dayadı, sarıldı, öptü, kokladı, gitti !...” der, sonra da sessiz sessiz ağlardı.. Tıpkı şimdi benim yaptığım gibi… Yaşı itibariyle bu olayı olduğu gibi hatırladığını sanmam, belki kendisine anlatılanları kendi hatıraları gibi anlatıyordu ama Çanakkale’ nin bende açtığı ve görüldüğü üzere yıllardır kapanmayan ilk travma budur !.. Dedemin sonraki yaşam öyküsü, üvey baba elinde yetim büyümesi, 97 yıllık ömrünün neredeyse tamamının, çalışmayla, çabalamayla ve çileyle geçmiş olması vs vs bende hep olumsuz bir Çanakkale imajı doğmasına ve bunların müsebbibinin Çanakkale olduğu fikrinin uyanmasına sebep olmuştur.

Sonra büyüyüp de Çanakkale Muharebesi’ ni (Savaş değil, 1. Dünya Savaşı içinde bir muharebedir) değişik kaynaklardan okuyup değerlendirdiğimde, bu meselenin sadece benim ailemin özelinde olmadığını, daha pek çok ailede benzer travmaların, acıların olduğunu anladığımda, Çanakkale Zaferi’ nin (!) bende yarattığı çelişkili düşünceler daha da artmıştır.

Nedir Çanakkale Muharebesi?  Gerçekten anlatıldığı gibi bir zafer midir? Yoksa, yıkımdan önceki son çabalama, son direniş midir? Bugüne kadar sadece zafer gözüyle bakılıp hep yarar noktasına değinilen bu korkunç insan kıyımının zararları neler olmuştur? Gerçekten de anlatıldığı gibi antiemperyalist bir mücadele midir?

Her ne kadar tarih kitapları, Çanakkale Zaferi’ nin emperyalizme karşı mücadelede önemli bir yer tuttuğunu, pek çok sömürge devletin (Avustralya ve Yeni Zelanda başta olmak üzere) bu savaş sonunda milliyetçilik kavramının farkına varıp bağımsızlık mücadelesine giriştiğini - ki aynı ifade Kurtuluş Savaşı için de söylenir - , hatta Osmanlı kavramının, Türk kavramına dönüşümünün de bu zafer sonrasında oluştuğunu vs anlatsa da özünde Çanakkale Muharebesi, kendisi başlı başına emperyalist bir savaş olan 1. Dünya Savaşı’ nın içerisinde bir çarpışmadan ibarettir ve bu nedenle en azından bu anlamda, savaşın genelinden bağımsız olarak değerlendirilmesine imkan yoktur.

Nitekim Osmanlı Devleti de bu emperyalist paylaşım savaşına, “Enver, Talat ve Cemal Müsellesi”’ nin emperyal sevdaları yüzünden girmiştir. Ancak; savaşa girişimiz, görünüşte Goben ve Breslau Zırhlıları’ nın, Rus limanlarını bombalaması sebebiyle oldubittiye getirilerek gerçekleştirilmiş gibi ise de hakikatte Osmanlı Devleti bu emperyalist paylaşım savaşında taraf olmayı çok önceden planlamış, hatta bu maksatla önce İngiltere ve Fransa ile görüşmeler yapmış ancak böyle bir ittifakın gerçekleşmesi, İngiliz – Fransız ve Rus çıkarlarıyla çatıştığı için mümkün olmamıştır. Daha sonra Osmanlı Devleti böyle bir ittifakın olamayacağını anlayınca bu kez, Alman/Avusturya - Macaristan – İtalyan – Bulgar ittifakına yönelmiş ve savaşa da bu kanatla birlikte girmiş, sonuçta “ Almanlar yenilince kendi de yenilmiş sayılmıştır (!) ” 

Çanakkale Muharebesi’ ni, bu savaşta önemli ve büyük kılan şey ise ülkemiz toprakları üzerinde ve çok dar bir alanda cereyan etmesi ve görece ölü sayısının fazlalığıdır. Ancak; “ mağlup sayıldı bu yolda galip” misali Osmanlı Devleti Çanakkale Muharebesi’ nin kazanmış olmasına – ki sadece Çanakkale’ de değil, diğer bazı cephelerde de muhtelif başarılar kazanılmasına - rağmen harpten yenik çıkmıştır. Bu nedenle; askeri açıdan bakıldığında ve sonuca odaklı yaklaşıldığında, kazanılan bir muharebenin, kaybedilen bir harp içerisinde aslında hiç de zafer olarak görülme imkânının olmadığı açıkça anlaşılacaktır.

Çanakkale Muharebesi’ nde her iki taraftan da kaybedilen insan sayısının çokluğu konusunda taraflar hemfikir ise de sayının anlatıldığı gibi 500.000 leri bulmadığı da ortadadır. Genelkurmay verilerine göre şehit sayımız aslında yaklaşık 80.000 kişi civarındadır. Ancak; muharebe alanının darlığı ve metrekareye düşen insan, silah ve mermi sayısının çokluğu sebebiyle ölü sayısının gerçeğinden çok daha fazla olduğu intibaı uyanmıştır. Ancak; bizim açımızdan ölü sayısının azlığı veya çokluğundan ziyade, bu muharebede ölenlerin niteliği önemlidir.

Çanakkale Cephesi, sanki bir ölüm değirmeni gibiydi; tükettiği insanlar haddi hesabı aşmasına ve koskoca bir eğitimli genç nesli yutmasına rağmen bir türlü doymak bilmiyordu. Hatta İngiliz generali Aspinall-Oglander, “Gelibolu’daki kanlı muharebeler, Türk ordusunun çiçeğini bitirmiştir,” tespitinde bulunuyor, gerçekten de İngilizler şehit olan gençlerimizi, "çiçeğin tomurcuğu" ve "vakti gelmeden solan gül goncası" na benzetiyorlardı.

O kadar ki; cephede meydana gelen boşlukları doldurmak için, diğer cephelerden asker getirilemediğinden, en yakın çevreden başlayarak, 15 yaşın üstündeki eli silah tutan bütün gençlerin dahi, gönüllü olup olmadığına bakılmaksızın, Çanakkale’ye sevk edilmeleri alışılmış normal bir hadise haline gelmişti. O günler, köyde, kasabada erkeğin kalmadığı, gücü kuvveti ve boyu posu yerinde olan herkesin asker olduğu ya da asker olmak zorunda kaldığı kara günlerdi. 

Birinci Dünya Savaşı’nda, Osmanlı ordusunda insan kaybı öyle bir noktaya varmıştı ki Harbiye Nezareti, harp bütün hızıyla sürerken askerleri birkaç günlüğüne de olsa memleket iznine göndermeye gayret etmişti. Çünkü harpte gün geçtikçe daha da artan kayıplar, nüfusun tükenmekte olduğu korkusunu doğurmuş ve savaşan askerler memleketlerine nüfusu çoğaltmak üzere gönderilmişlerdi. 

Çanakkale Savaşı sırasında, İtilaf Devletlerinin Nisan 1915’ten itibaren kara çıkartmasına başlamalarıyla birlikte cephede takviye kuvvetlere ihtiyaç hâsıl olunca Sultan V. Mehmed Reşad 14 Mayıs 1331’de (27 Mayıs 1915) bir irade (emir) yayınlayarak, Askeri Mükellefiyet Kanunu’nda değişiklik yapmak ve lise talebelerini de cepheye çağırmak zorunda kalmıştı. 

Sultan Reşad, yayınladığı iradede, Mükellefiyet Kanunu’nun 42. Maddesine ek olarak hazırlanan “kâtib-i sultaniye 10. sınıf müdaviminine mütedair (devam edenlere dair)” başlıklı fıkra hakkında şöyle geçici bir düzenleme yapma yoluna gitmişti: 

“Madde 1: Mükellefiyet-i Askeriye Kanun-u Muvakkatinin (geçici kanununun) 42. Maddesindeki fıkra atiye (geleceğe) tezyil (ertelenmiş) olunmuştur. Muayene-i intihaiye esnasında (muayene sonucunda) mekatib-i sultaniyenin (sultani mekteplerinin) onuncu sınıflarında bulunanlar da HİZMET-İ MAKZURA (zikri edilen hizmet) HAKKINA nail olacaktır.” 
Buradaki; “Hakkına” kelimesine dikkatinizi çekmek isterim. O zamanki anlayış harbe gitmenin bir görev değil bir hak olduğu anlayışıdır.. Ve gencecik bir nesil bu HAKKA (! ) NAİL olmuştur !..

Sultan V. Mehmed Reşad’ın iradesinden sonra Harbiye Nezareti de bir tebliğ yayınlayarak, 1314 (1896) doğumluların (yani 19 yaşındakilerin) henüz askerlik hizmetine çağrılmamışları ile 1315 (1897) doğumluların, bedenleri gelişmiş, harbe elverişli ve silah kullanmaya kabiliyetli olanlarından müsait bulunanların da kıtalara teslim olmalarını istemişti. 

Padişahın ve Harbiye Nezaretinin bu çağrısı üzerine, Balıkesir, Bursa, Kütahya, Manisa, Adapazarı, İzmir, Aydın, Muğla ve Konya’nın, tahsilleri ve hayatlarının henüz başındaki bu yeni yetme gençleri, vatanın kendilerinden beklediği yüce vazifeyi hakkıyla ifa etmek azim ve inancıyla silâhaltına koşacaklardı. 

Bugün düğünlerde göbek havası olarak çalınan ve insanların neşe içinde kalkıp oynadığı Tokat yöresine ait “ Hey Onbeşli, Onbeşli” türküsü aslında 1. Dünya Savaşı’ nda ve özellikle Çanakkale’ de yitirdiğimiz çocuk yaştaki bir neslin ağıdı olup ekseriyeti 15 ila 19 yaşında olan bu genç bahadırların cepheye katılımları anısına Anadolu’da yakılmış ve söz konusu durum çok acı ve dramatik bir dille anlatılmıştır. Burada sözü edilen “15’liler” ise 1315 doğumlulardır. Yani 1 Haziran 1897 ile 22 Mayıs 1898 arasında doğan ve tam 18 yaşını doldurmuş olan gençlerdi. Türküde, bu 1315’li gençlerden şöyle bahsediliyordu: 

Hey onbeşli onbeşli 
Tokat yolları taşlı 
Onbeşliler gidiyor 
Kızların gözü yaşlı 
Aslan yârim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gel beriye 
Fistan aldım endazesi onyediye 
Gidiyom gidemiyom 
Az doldur içemiyom 
Sevdiğim pek gönüllü 
Koyup da gidemiyom 
Aslan yârim kız senin adın Hediye
Ben dolandım sen de dolan gel beriye 
Fistan aldım endazesi onyediye… 

Çocuk denecek yaşta şehit düşenler dışında bu savaşta ülkemizin yalnızca askerleri değil; hâlihazırda okumuş yazmış aydın nüfusu ile geleceğin aydınlarının büyük bir kısmı şehit düşmüş, diğer bir ifadeyle memlekette bir elin parmakları kadar nitelikli adam kalmıştır. Öyle ki bütün öğrencileri şehit düşen Galatasaray, Konya ve İzmir liseleri 1915'te tek bir mezun verememiştir. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi eski adıyla Darul Fünun öğrencilerinin ise bu muharebede ayrı bir yeri vardır. 1915'te Darül Fünun 1. sınıfta öğrenim gören 2 bin 500 tıbbiyeli, okullarını bırakarak Çanakkale’ye koşmuştur. İki tümen hâlinde Gelibolu'ya gelen gençler, bir Anzak baskını sonucu şehit oldular. Bu nedenle sonraki yıl açılışta siyaha boyanan Darul Fünun, 1921 yılında hiç mezun veremedi. Sonuç itibariyle bu durum Türkiye Cumhuriyeti devletini de doğrudan etkiler nitelikte olup memleketi neredeyse 150 yıl geriye götürmüştür.

Her ne kadar Hintli – Aborjin – Afrikalı veya Anzak askerleri arasında yardımcı sınıflar hariç olmak üzere okumuş –yazmış asker sayısı azsa da, muharebede ölen askerler de niçin ve nerede öldüklerini dahi bilmeden ölmüşlerdir. Özellikle; Hintli ve Afrikalı Müslüman askerlere, Müslüman Osmanlı’ ya karşı savaşmamalarından korkulduğu için nereye gittikleri dahi söylenmemiş, Galiçya’ da Almanlar ile savaşmaya gittikleri söylenmiştir.

Çanakkale'de yaşananların ve genelde 1. Dünya Savaşı’ nın, yenilmez bir dev sanılan “ Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluğun” yenilebilir olduğunu ve haklı olan herkesin varını yoğunu ortaya koyduğunda kazanabileceğini göstermesi bakımından emperyalizme karşı mücadeleye katkı sağladığı, ulus bilinci yarattığı, Kurtuluş Savaşı’ nın en azından fikren kazanılmasını kolaylaştırdığı, Mustafa Kemal figürünün doğumuna sebebiyet verdiği konusunda tereddüt bulunmamaktadır.  

Ancak; Çanakkale Muharebesi’ ne cereyan eden olayları ve sonuçları cephesinden bakıldığında, bir dostumun da dediği gibi “ bugün vesilesi ile milliyetçi duyguları okşamak adına yapay bir zafer olarak lanse edilmesinin, savaşın kutsanmasının ve kutlanmasının bu acı günü ifade edemediğini, yanlış ifade ettiğini” düşünüyorum. Bunun yerine, dünya savaş tarihinde insan kaybı ve özellikle de nitelikli insan kaybı anlamında önemli bir yer tutan bu acı günün, adı her ne olursa olsun, hangi amaca hizmet ederse etsin ve nerede gerçekleşirse gerçekleşsin savaşı lanetleyen ve insanların barış içerisinde bir arada yaşamalarına yönelik etkinliklerin düzenlendiği bir anma günü olmasının, orada canlarını feda eden insanları daha iyi ifade edeceği ve onların hislerini daha iyi anlama imkanı vereceği inancındayım… Bu nedenle üzülerek ifade edeyim ki; ben Çanakkale Muharebesi’ ni zafer olarak görenlerden değilim…


Başta Büyükdedem olmak üzere, gerek Çanakkale Muharebesi ve gerekse 1. Dünya Savaşı’ nda canlarını kaybetmiş olan tüm şehitlerimizin ruhu şad olsun ve dilerim ki; bu ülke bir daha “Onbeşliler” ini savaşa göndermek zorunda kalmasın…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder