7 Mart 2014 Cuma

Hakikat Severlik


“Hakikat severlik” kavramını anlatmadan önce “Hakikat” kavramının ne olduğunu açıklamak gerekir diye düşünüyorum..

Bir kısım insanların asırlardır peşinde koştuğu; çeşitli yol ve yöntemlerle kavramaya ve ulaşmaya çalıştığı “ Hakikat” nedir?

Latince "hakikat, doğruluk " anlamına gelen Veritas, Roma mitolojisi' nde hakikatın tecessümü (vücut bulmuş hali) ve tanrıçası idi. Tanrıça Veritas, Tanrı Satürn ve Erdem Tanrıçası Virtue’ nin kızı olarak bilinirdi. Ayrıca, Veritas, Antik Roma'da – annesinden olsa gerek - doğruluk erdemine de verilen isimdi ve çok önemliydi.

Günümüzde, "Hakikat" kelimesinde çok büyük bir kavram kargaşası yaşanmaktadır. Bunun nedeni de İngilizcede “Reality” ve “Verity”, Fransızcada “Realite”, ve “Verite” kelimelerinin her ikisinin de sadece Türkçe olarak “Gerçek”, Osmanlıca olarak da “Hakikat” kelimeleriyle karşılanmasıdır. 

Nitekim sözlüklere bakıldığında, “Gerçek” ve “Hakikat” kelimeleri karşılıklı olarak birbirlerine gönderme yapar ve yanlarında yeni dil, eski dil ibareleri yer alır. Aslında bu iki yabancı kelime kesinlikle aynı değildir. Bu nedenle özellikle Türkçe kullanılarak gerçekleştirilen felsefi yazı ve konuşmalarda farklı şekilde kullanabilmekte bu da zaman zaman akılları karıştırmaktadır.

En basit anlatımıyla, “Gerçek” çoktur ve tüm bu gerçekler aynı “Hakikatin” değişik görüntüleridir. Evrende ne kadar canlı hatta cansız varlık varsa o kadar da gerçek vardır denilebilir. Herkesin gerçeği kendinedir ve herkes kendi gerçekliğinde yaşar. Ancak “Hakikat” tektir yani “unique”’tir.

Hakikat konusundaki en önemli diyaloglardan biri Roma valisi Pontius Pilatus ile Hz. İsa arasında geçer. Yahudiler, Hz. İsa’ nın Roma otoritesine başkaldırdığını, kendisini Yahudilerin Kralı (INRI - Iesus Nazarenus, Rex Iudaeorum) ilan ettiğini ileri sürerek sorguya çekmesi için Pilatus’ a teslim etmiştir. Aralarındaki diyalog İncil’ de şöyle anlatılır:

Yuhanna 18: 37 “Pilatus, "Demek sen bir kralsın, öyle mi?" dedi. İsa, " Kral olduğumu sen söylüyorsun" karşılığını verdi. "Ben gerçeğe tanıklık etmek için doğdum, bunun için dünyaya geldim. Gerçekten yana olan herkes benim sesimi işitir."

Yuhanna 18: 38  “Pilatus, O'na, “ Veritas, Que est Veritas – Hakikat, nedir Hakikat?" diye sordu. Bunu söyledikten sonra Pilatus yine dışarıya, Yahudiler' in yanına çıktı. Onlara, "Ego nullam invenio in eo causam  - Ben O'nda hiçbir suç görmüyorum" dedi.

Yuhanna 19: 4  “Pilatus yine dışarı çıktı. Yahudilere, "İşte, O'nu dışarıya, size getiriyorum. O' nda hiçbir suç bulmadığımı bilesiniz" dedi.

Yuhanna 19: 5  “Böylece İsa, başındaki dikenli taç ve üzerindeki mor kaftanla dışarı çıktı. Pilatus onlara, " Ecce Homo - İşte o adam!" dedi.”

Görüleceği üzere bu diyalogda hakikat kelimesi – İngilizce metinlerde “Truth” olarak geçmektedir – hem gerçeklik hem de hakikat anlamında kullanılmıştır. Belki de bu durum Hz. İsa ile Pilatus’ un farklı diller konuşmalarından ve  ortak bir noktada, ancak bu kadar buluşabilmelerinden kaynaklanmaktadır.  

Hakikatı seven ve onu arayan Yolcu, önce insan olarak kendini geliştirmek ve insanlığın yararına sunmak ve gelişmesine katkıda bulunmak zorundadır. Çünkü bu kişiler, yol boyunca elde ettikleri bilgi, beceri, deneyim ve yetenekleri, düşünce, söz ve davranışları ile insanlığın manevi gelişmesine katkıda bulunacaklardır.

Felsefenin temellerinin atıldığı Antik Yunan’ da Apollon’ a atfen kurulan Delphi Tapınağı’ nın girişinde “ KENDİNİ TANI!” sözü yer alırdı. Antik Yunan’ da Hakikati bilmeye ve öğrenmeye çalışan insanların temel merkezi Delphi Tapınağı olmuştur. Zira; Delphi Tapınağı çok bilinen manada sadece bir kehanet merkezi değildir. Tapınak’ ta insanlara bildirilen şey saf ve tekil bir gerçekliktir. O dönemin tabiriyle “Tanrısal Gerçeklik.” Yunan mitolojisinde Delphi Tapınağı’ ndan sıklıkla söz edilmesi ve nerdeyse her mitin içerisinde yer alması da efsaneyi, Hakikate yakınlaştırma çabasından kaynaklanmaktadır. 

Delphi Tapınağı girişinde yer alan ve bir ahlak felsefesi olarak değerlendirilen bu özdeyiş, MÖ VII. yy da Ispartalı Khilon tarafından “ bireyin ruhsal yanını orataya koyan ” bir hatırlatma olarak algılanmış ve tüm ezoterik ekollerin literatüründe yerini almıştır.

Aristo’ nun ünlü eseri Metafizik “ Bütün insanlar doğal olarak bilmek ister ” cümlesiyle başlar. Gerçekten de insanı insan yapan en önemli özelliklerden biri de herhalde onun kendisini çevreleyen dünyayı, içinde yaşadığı toplumu, geçmişini ve bütün yanlarıyla bizzat kendisini bilmek ve tanımak istemesidir.

“ Kendini bil ” sözü Hz. Muhammed’ in dilinde “ Nefsini bilen, Rabbini bilir ” biçimini almıştır. Mevlana Celaleddin Rumi ise “ Kendinden, kendine sefer eyle” şeklindeki anlatımıyla hakikati aramanın yol ve yöntemini tarif etmiştir.  Montaigne ise; bu arama/araştırma konusunda “ Her şeyden önce ben kendimi araştırıyorum. Benim fiziğim de metafiziğim de bu..”  diyecektir..

Latincede V.I.T.R.I.O.L. ( Visita Interiora Terrae, Rectificandoque, Invenies Occultum Lapidem – Yerin içine gir, araştırarak gizli taşı bulacaksın ) kelimesindeki “ yer ” tabirinde anlatılmak istenen – her ne kadar Latince’ de Toprak anlamına da gelen “ Terrae ” kelimesi kullanılmışsa da – bilinen manada yeryüzü değil, insanın kendi içine girmesidir. İnsan Yer’ in içine girecek, araştıracak ve sakladığı hazineleri bulacaktır.

Bu manada gizli hazinelerin kimin içinde saklı olduğu da dışarıdan kestirilemez. Bazen hiç beklenmeyen insanların içinde saklı olur.. Niyazi Mısri der ki;

Belirmez Ârifin nâm-ü nişânı,
Değil irfân,  filân ibn-i filânı,
Yerin terk edenin yoktur mekânı,
Hakîkât ehlinin olmaz nişânı.
                                             
Erzurumlu İbrahim Hakkı ise bu konuda şöyle der;

“Hakkı gel sırrını eyleme zahir,
Olmak ister isen bu yolda mahir,
Harabat ehlini hor görme şakir,
Defineye malik viraneler var.”

Bir çok ezoterik öğretide ve monoteist dinlerde Tanrı, “Son Ve Mutlak Hakikat” olarak simgelenir. Aynı zamanda bilgiyi de simgeleyen ışık, nur veya aydınlık, Tanrının ve Tanrısal olan bütün kavramların simgesidir. Burada bilginin arayışı ve Tanrı’nın arayışı aynı simgeyle “ ışığın (nurun) arayışı ” ile simgelenmektedir. Bunun sonucu olarak, en büyük Nur’la simgelenen Tanrı, aynı zamanda en büyük bilgi; yani son ve mutlak Hakikat olarak da tanımlanmaktadır. Madem ki; Rabb, en büyük Nur ve son ve mutlak Hakikattir, o zaman insanın Nur’ a ve Hakikate ulaşmasının başlangıcı nefsini (kendini ) bilmesinden, kendi içine girmesinden diğer bir deyişle kendinden, kendine sefer eylemesinden geçmektedir.

Hakikatin görüntülerle ilgisi yoktur. Bizim o dar görüş biçimimizle de ilgisi yoktur. Hakikat, ifade edilmiş sevgidir, katıksız ve kusursuz sevgi. İşin özünde Hakikat de, doğru da, gerçek de sevgidir. Bu kelimelerden ne anlam çıkardığımız ise bize kalmıştır.

Hacı Bektaş Veli  ne güzel söylemiş:

“Hararet nardadır, sacda değildir
Akıl baştadır, tacda değildir
Her ne arar isen, kendinde ara
Mekke’de, Kudüs’te, Hac’da değildir.”

Kamil bir insan olma yolunda ilerleyen Yolcular, boş inançlardan, bilgisizlikten, olumlu aklın kabul edemeyeceği saplantılardan ve bağnazlıktan, kesin ve değişmez sayılan ilke ve görüşleri ifade eden doğmadan her çeşit puta tapmaktan uzak kalabilmiş, özgür düşünce sahibi bireyler olarak daima “Hakikati” aramak zorundadır. Bu arayışın hiç bitmeyeceği, ömür boyu devam edeceği doğrudur. Çünkü Hakikat, Bilim, Akıl ve Bilgelik (hikmet)’le yeşerir. Bizler doğa ve evreni incelemeye devam ettikçe, olay ve olguları anlamaya çalıştıkça ve bu maksatla aklımızı ve düşünce yeteneğimizi kullanmayı amaç edindikçe bilgi dağarcığımız genişleyecek, ama Hakikati arama çabamız asla sonlanmayacaktır.

Ne mutlu hakikati arama yolunda yürüyene, ne mutlu bu yolda kendini bulana, ne mutlu kendini bilene ve etrafına nur saçana…


Sağlıcakla kalın…

1 yorum:

  1. Sevgili Ali Kardeşim, emeğine sağlık. Zevkle okudum. Kendini bilme yolculuğunda Tanrı hepimizi, sen neymişsin be abi diyenlerden korusun.

    YanıtlaSil